PROJE/DİZİ ADI : A.İ.Ö. Materyalleri ARAÇ TÜRÜ:
PROGRAM/ÜRÜN ADI : 7. Sınıf Güzel Konuşma Yazma
PROGRAM NO : 7/7
HEDEF KİTLE : AİO öğrencileri ve genel izleyici kitlesi
PROGRAM SÜRESİ :
PROGRAMIN KONUSU : Yaratıcı yazma çalışması
PROGRAMIN AMACI : Örnek yaratıcı yazma çalışmaları verilerek yazma arzusu yaratmak. Eş anlamlı sözcüklerin doğru kullanılması için istek uyandırması.
ALT AMAÇLARI :1) Tablo üzerinde yorumlarla düşüncesini sözlü ve yazılı ifade etmenin kurallarını sezdirmek.
2) İzledikleri inceledikleri filmleri, tabloları, fotoğrafları, anlatma hevesi uyandırmak.
3) Yaratıcı yazma çalışmalarından zevk almaları için onları yönlendirmek
4) Eş anlamlı sözcüklerin doğru kullanımını sağlamak.
İÇERİK STRATEJİLERİ : Yaratıcı yazma çalışmaları oyuncularla örneklenecek sunucu açıklama yapacak. Dil yanlışları örneklenecek.
KİŞİLER : Sunucu
Oyuncular
Sunucu
MÜZİK : Jenerik
EFEKT :
GRAFİK :
DEKOR/AKSESUAR :
PLATO/SET :
ÜRETİM ÖĞRETİM SÜREÇLERİ
TASARIMCISI : Menekşe Koçak
YAZAR(LAR) : Aysel Özfırat
ALAN UZMANI : Jülide Gülizar
YAPIMCI/YÖNETMEN : Emine Köksal
GRAFİKER :
PROJE ADI : AÇIK İLKÖĞRETİM MATERYALLERİ
PROGRAM ADI : 7. SINIF GÜZEL KONUŞMA VE YAZMA
PROGRAM NO : 7
PROGRAMIN ADI : “YARATICI-YAŞATICI YAZILAR”
PROGRAMIN KONUSU : YARATICI YAZMA ÇALIŞMALARI
JENERİK
SUNUCU: Merhaba sevgili arkadaşlar…
OYUNCULAR:
(üçgen oluşturacak şekilde
sıralanmışlardır, topluca…) Merhaba…
SUNUCU: Sevgili arkadaşlar, dilimizin güzelliklerini tanıdığımız kurallarını öğrendiğimiz ve uygulamaya çalıştığımız programlarımızdan birinde yine birlikteyiz. Bu programın konusu, “yaratıcı yazma.”
Eğitilmiş bir insanın yazılı anlatımı, sözlü anlatımı kadar önemlidir. Çünkü anlatmak istediklerimizi, amacımıza uygun bir şekilde sözle olduğu kadar yazıyla da etkili, doğru ve güzel anlatmak; eğitilmiş, çağdaş bir insanın ayırıcı özelliklerindendir. Yazdıkça gelişecek bir beceridir bu.
Anlatmak isteğimiz konuya ve amacımıza göre bir anlatım yolu seçiyoruz. Bu konuda bilgi vermek istiyorsak öğreticiye yazıyı, bir olayı, bir durumu ya da eylemi yaşatmak istiyorsak yaratıcı yazmayı yeğleriz.
Bu programda sizlere yaratıcı yazma çalışmaları yapacağız. Oyuncularımızın da bu konuda ilginizi çekeceğini umduğumuz güzel hazırlıkları var. sizler de kendinizi bir oyuncu gibi düşünün lütfen. Söylemek istediklerinizi not alın. Birlikte betimleme yapalım, tartışalım, öyküleyelim, açıklayalım. Ayrıca yapacağımız bu çalışmalar bir öykünün, bir romanın, bir oyunun ya da senaryonun bir bölümünü oluşturabilir. Çünkü bunların tümü yaratıcı yazma çalışmalarıdır.
OYUNCULAR
(Ellerinde tablolarla durmaktadır.
Aralarında fısıldaşmaktadırlar).
I. OYUNCU: Haydi artık başlayalım.
III. OYUNCU (K): Evet iyi olur. Açıklamalarını biraz kısa kesse…
II. OYUNCU: Susun susun duyacak
SUNUCU: Fısıltılar duyuyorum. Herhâlde oyuncularımızdan geliyor. Sanırım sabırsızlanmaya başladılar. Şimdi sözü onlara bırakıyorum. Arkadaşlar, balıkçıların balığa çıkarken birbirlerine söyledikleri bir söz vardır:
“Rastgele!” Ben de hepinizi “Hadi rastgele! Diyorum. Söz sizde.
I. OYUNCU: Siz neler getirdiniz bilmiyorum. Ben bir tablo getirdim.
II. OYUNCU: Ben de çok ilginç bir fotoğraf
getirdim.
I. OYUNCU (II. Oyuncuya dönerek) Ya sen?
III. OYUNCU: (K): (GÜLEREK ELİNDEKİLERİ GÖSTERİR)
Benimki kâğıt kalem.
II. OYUNCU: (GÜLEREK) Oh oh ne iyi, yoksa yazamazdık.
III. OYUNCU: (BOZUK) Siz gülün bakalım. Az sonra kâğıt kalem aramaya başlayacaksınız.
I. Oyuncu elindeki çerçeveli tabloyu
duvara asar.
III. Oyuncu da çerçevesiz resmi
duvara bantla yapıştırır. Oyuncuların
üçü de tabloya yanaşır, incelemeye
başlarlar. Yüzleri gülmektedir.
I. OYUNCU: ÇERÇEVELİ TABLOYU GÖSTEREREK) Ben Picasso’nun resimlerinden bir örnek getirdim. (resim yakından görünürken) “Güvercin ile Kız Çocuğu” adlı yağlı boya bir tablo bu. Çok sevdiğim ve etkilendiğim için hakkında güzel bir öykü yazılır diye düşündüm.
II. VE III. OYUNCU: (BİRLİKTE ONAYLARLAR) Çok hoş gerçekten.
II. OYUNCU: Demek bu tablo Picasso’nunmuş. Daha önce görmemiştim. Şimdi de benim getirdiğime bakalım.
Oyuncular diğer resme yönelir.
II. OYUNCU: (AÇIKLAMA YAPAR) Benim size getirdiğim fotoğraf Cumhuriyet’in ilk yıllarından bir eğitim ortamı. 1926 yılında İzmir Erkek Lisesi’nde bir biyoloji dersi.
Oyuncular resmin başında kendi
aralarında konuşmaktadırlar.
Resim yeniden yakından verilir.
I. VE III. OYUNCU (K): Oooo!
II. OYUNCU: Yalnız fotoğrafta ayrıntılar çok fazla. Yönetmenimizden rica etsek de yakından gösterse.
Ekranda fotoğraf yakın plan verilir.
I. OYUNCU: Bundan ne çok olay çıkar, ne çok betimleme yapılır.
II. OYUNCU: Herhalde.
III. OYUNCU(K): Öyle. Önce hangisinden başlıyoruz? Bu arada ben de kalem kâğıtlarınızı vereyim. Belki not alırız.
Kâğıt ve kalemi dağıtır.
II. OYUNCU: Ben Picasso’dan başlamak
istiyorum.
I. OYUNCU: Olur. Ne görüyor, ne düşünüyorsunuz tabloya baktığınız zaman?
II. OYUNCU (K): Hım… Kucağında kuşuyla bir kız çocuğu… Çok saf, temiz ve mahzun bir yüzü var kızın. Yedi sekiz yaşlarında görünüyor. Kısa kesik saçlı, saç rengi kınalı gibi ama tam da kınalı değil. Uzun bir elbise giymiş. Kuşuyla duygusal bir yakınlık kurmuş. (I. oyuncuya dönerek) Güvercin demiştin kuşa değil mi?
I. OYUNCU: Evet.
III. OYUNCU (K): Kumru da olabilir diye düşündüm
de…
II. OYUNCU: Güvercin olmalı. Çünkü kumrular bu kadar evcil değildir. Ben çocukken bu küçük kız gibi, bir kumru bulmuştum. Bana onu hatırlattı. Kendimi ona çok yakın hissetmiştim ama yaşamadı. Bu kuş çocuğa ne kadar yakın. Onunla ne kadar bütünleşmiş. Rengi de galiba beyaz. Bu, bir yavru güvercin bence.
I. OYUNCU: Evet. Bir de gagasına dikkat ederseniz (Tablo yakından görünür.) ince uzun. Kumruların gagaları daha kalın ve kısa oluyor. Tüylerinin rengi gri.
III. OYUNCU (K): Kuşuna bir şey mi oldu acaba? Onu severek, okşayarak iyileştirebileceğini mi düşünüyor?
II. OYUNCU: Belki de çok sevdiği, uzun süredir birlikte olduğu kuşundan ayrılmak zorunda kaldı. Ayrılacağı için üzgün, elinden bırakmak istemiyor. Ama çaresiz gibi. Belki de biraz sonra kuşunu almaya gelecekler.
I. OYUNCU: Haklı olabilirsin. Ben de o kuşu yeni bulmuştur diye düşünüyorum. Kuş yere düşmüş, uçamıyor, belki de yaralı… Baksanıza çocuğun topu yerde duruyor. Çocuk top oynarken kuşu fark etmiş. Oyun ve top anlamını yitirmiş artık. Bir kenara bırakmış topunu… Yavru güvercini almış eline. Onu sevip okşuyor, ama kaygılı. Sanırım, güvercinin ölmesinden korkuyor. Çünkü güvercinin minik kalbinin pıt pıt atışlarını duyuyor. Minik elleriyle onu yaşama bağlamaya çalışır.
II. OYUNCU: Evet olabilir. Fakat kuşla yeni tanışmış, aralarında bir geçiş var gibi. Birbirleriyle bütünleşmişler.
III. OYUNCU (K): Evet tüm yorumlar çok güzel. Yeterince de yorum yaptık. Şimdi konuştuklarımızdan yola çıkıp, yavru güvercin ve kız üzerine hepimiz birer paragraf yazalım ve arkadaşlarımıza okuyalım tamam mı?
I. VE II. OYUNCU: Tamam.
SUNUCU: Oyuncularımız yazarken ben de sizlere güvercinle kızın bana hatırlattığı “Kuş Yemi” öyküsünü anlatayım. Reşat Nuri Güntekin’in bir öyküsü… Savaş yıllarında kendilerine yiyecek bulmakta zorlanan yaşlı bir büyükanne ile torunu her şeylerini satarlar. Geriye bir saka kuşu kalır. Çocuk kuşunu satmayı istemediği hâlde bu durumu çaresizlikle kabullenir. Çünkü kuşun da kendilerinin de yiyeceği yoktur. Kuşu kafesiyle birlikte bir kahveye götürür ve satın alacak meraklısını ararlar. Çocuk yine de kuş satılmasın, alıcı çıkmasın diye dua eder. Yüzünden bellidir bu. Yazar, çocuğun bu durumunun farkına varır ve kuşa alıcı olur. Kuşu satın alır, sonra da çocuğa hediye eder, yem parası da verir. Bu tablodaki güvercinle kız çocuğu arasında benzer bir öykü mü var diye düşünüyorum. Evet söz oyuncularımızda.
Oyuncular görünür.
I. OYUNCU: Hepimiz hazırız herhalde. Ben okumaya başlayabilirim. Siz de izlemeye hazır mısınız?
“Güzel sevimli bir kız çocuğu. Kısa kesilmiş kınalı saçlarıyla, upuzun eteğiyle bir melek masumluğundadır. Topunu bir kenara atmış, beyaz yavru güvercini okşamakta ve onunla konuşmaktadır:
Kızın gözlerinden damla damla yaşlar dökülürken, güvercin de inlemeye devam etmektedir.”
III. OYUNCU (K): Çok hoş yazmışsın. Ben küçük kıza Ayşe adını verdim. Okuyabilir miyim?
“Beyaz güvercinim, tatlı güvercinim benim. Senden ayrılmadan önce yine birlikte oynayalım diye bahçeye çıktım. Bak, top da burada. Belki bir gün yine buluşuruz ve ayrılmayız diye mırıldanıp duruyor, niçin ayrılmak zorunda kaldığını anlatıyordu Ayşe, güvercin yavrusuna. Uzun beyaz elbisesi, bağcıklı ayakkabıları vardı Ayşe’nin. Kızıl kahverengi saçları, incecik kaşları ve yuvarlak gözleriyle sürekli gagasından, başından öptüğü kuşunu pamuk gibi ellerinin arasında tutarken çok güzel görünüyordu. Ama üzgün olduğu da her hâlinden belliydi.
Merak ettim neden ayrıldıklarını ve yanlarına gitmeye karar verdim.”
II. OYUNCU: İkinizinki de harika. Ben okuyamayacağım.
I. VE III. OYUNCU (K): Aaa, yapma ama! Merak ederiz.
II. OYUNCU: Şaka şaka, okuyorum. Ben de “Dilek” adını verdim küçük kıza.
“Altı ay önce tanışmıştı Dilek’le beyaz güvercin yavrusu. Hemen her gün bahçede buluşup birlikte oynuyorlardı. O kadar ki, Dilek arkadaşlarını eskisi gibi aramaz olmuştu, oyuna ayırdığı bütün vaktini kuşa ayırmaya başlamıştı. Rengârenk topu bile eskisi gibi önemli değildi gözünde. Varsa yoksa kuşu. Kuş da sevildiğinin farkında, her gün onu bekliyordu. Annesini, kardeşini bekler gibi. Gel gelelim Dilek, mutsuz olmaya başlamıştı. Bu sevgi yalnızca bahçede süremezdi. Onunla her zaman birlikte olmalıydı. Eve almak istiyordu. Kuşunun adı bundan böyle “Sevimli” olacaktı ama bir türlü konuyu annesine ve babasına açamıyordu. O gün konuşmaya iyice kararlıydı. İki sevimli ufaklık birbirlerine iyice sokulmuştu. Sevgileri, güvenleri her hâllerinden belliydi. Kuşunu okşayarak, ona artık evdekilerle konuşacağını, onu eve alacağını, odasında yer hazırlayacağını ve adının da “Sevimli” olduğunu fısıldıyordu. Aslında biraz korkuyordu Dilek. Ya reddederse.”
SUNUCU: Sevgili arkadaşlar, çok hoş yaratıcı yazma örnekleri verdi oyuncularımız. Sizler de kim bilir neler yazdınız, neler yazacaksınız. Yazma becerinizi geliştirmek için yazmalısınız. Her birimiz yaşamı paylaşmak isteriz. Yaşam, iletişimle paylaşılır. Her bir yazı, her bir söz diğer insanlarla paylaşılan, paylaşıldıkça çoğalan iletilerdir.
III. OYUNCU (K): Şimdi de ben sabırsızlanmaya başladım. Diğer resme bakmak ve üzerine konuşmak için. Çünkü çok zevkliydi birinci tabloyu yorumlamak, olay öyküsü oluşturmak. Bakalım, İzmir Erkek Lisesi’ndeki biyoloji laboratuarının fotoğrafı neler söyletecek, neler hissettirecek her birimize. Yine oyuncularımıza dönelim. Önce onları dinleyelim.
I. OYUNCU: Fotoğraftan çok etkilendim. Bu sınıfta öğrenci olmak isterdim doğrusu. Şu öğrencilerin ilgisine bakın. Her biri bir ayrıntıda yoğunlaşmış. Ön plânda ortada bir masa ve masaya yatırılmış bir insan modeli. Hemen masanın arkasında öğretmen ve yanında iki öğrenci var. Yüzleri bize dönük. Önlerindeki modelin insan vücudunu tanımaya çalışıyorlar. Hareketli parçalarını çıkarmış inceliyorlar.
II. VE III OYUNCU: Evet, evet. Model vücudun belden yukarısın, herhalde karın, göğüs ve baş bölgesini inceliyorlar.
II. OYUNCU: Ya yüzlerindeki ifade? Meraklı birer araştırmacı olduklarını düşündürmüyor mu?
I. OYUNCU: Haklısın, yüzlerinden, kendilerini araştırmaya vermiş oldukları ve başka şeyle ilgilenmedikleri belli oluyor. Hemen arkalarında da malzeme dolapları duruyor. İçleri deney tüpleri, saklama kavanozlarıyla dolu.
II. OYUNCU: Bir de fotoğrafın sağına bakın. Orada da birbirinden ayrı iki öğrenci çok ciddî bir çalışmanın içinde. Arkadaki öğrenci mikroskopla çalışıyor. Ne inceliyor acaba?
I. OYUNCU: Bilmiyorum. Ama ders epeyce ilerlemiş olmalı. Öğrencilerin yaptıkları işe motive olmalarından belli oluyor bu. Önde sağ yanda sırtı hafif bize dönük duran öğrenci de aynı şekilde çalışmasına vermiş kendini.
O öğrencilerin gerisindeki dolaplar ilginizi çekmiyor mu?
III. OYUNCU (K): Çekmez mi hiç.
Dolapların içi, üstü, önü başlı başına bir dünya.
Maymundan baykuşa bir sürü hayvanla dolu. Bunlar gerçek hayvanlar mı?
II. OYUNCU: Kurutulmuş, özel işlemden geçirilmiş ve içi doldurulmuş hayvanlar bunlar. Sınıfta öğretim materyali olarak kullanılmaya hazırlanmış. Çok etkileyici.
Haklı değil miyim o ortamda öğrenci olmak isterdim derken? Canlıları tanımak için böyle doldurulmuş hayvanları inceleyip dokunmak çok etkili bir eğitim yöntemi diye düşünüyorum.
I. OYUNCU: Haklısın elbette. Harika bir eğitim ortamı. Üstelik Cumhuriyetin ilk yıllarında, bir lisede. Fotoğraf 1926 yılında çekilmiş. Peki başka ayrıntılar çekmedi mi dikkatinizi?
Ben şu mikroskopla çalışan öğrencinin arkasındaki duvara dayalı ders levhalarını söylemeyi düşünüyordum.
Bir de dolapların, sehpaların, sandalyelerin orijinalliğini.
Şimdi hayal gücümüzü kullanalım ve fotoğrafta gördüklerimizi yazmaya başlayalım.
OYUNCULARIN ÜÇÜ DE
KÂĞIDA KALEME SARILIRLAR.
SUNUCU: Sevgili arkadaşlar, fotoğrafı oyuncularımızın yorumuyla inceledik. Onlar yazmaya başladılar. Bizler de biraz değerlendirme yapalım. Fotoğraf gördüğümüz her şeyi saptamaya yarar. O anı, o durumu sabitleştirir, kalıcılaştırır. Aynı ortamı resimle, filmle, yazıyla da kalıcılaştırmak mümkün. Çok iyi bir gözlem yapmaya ihtiyaç vardır. Gözlem yaparak ayrıntıları yakalar, nesneler arasındaki ilişkiyi anlamlandırırız. Unutmayalım ki, gördüklerimizi anlatmak için fotoğrafçının fotoğraf makinesi, sinemacının film makine, ressamın boya fırçası, tuvali, yazarın da kâğıdı, kalemi ve sözcükleri vardır. Şimdi yazma sırası sizde. İster bu fotoğrafta gördüklerinizi, ister gittiğiniz bir düğünü bayramı anlatan yaratıcı yazma çalışmaları yapınız.
Sevgili arkadaşlar yaratıcı yazı uygulamalarına ayırdığımız programımızı bitirmeden “Dil Yanlışları” bölümümüzü de izleyebiliriz.
Doğru Söze Ne Denir?
Yazısı dönerek gelir.
Jülide GÜLİZAR: Merhaba
Bugün sizlere çok yaygın bir dil yanlışını anlatacağım. Özensizliğin yanı sıra bilgisizlikten kaynaklanan ve bu dil yanlışlığının adı “eş anlamlı sözcükleri birlikte kullanmak.”
“Karı koca bir konuyu tartışıyorlar. Tartışma uzadıkça uzuyor. Adam sonunda kestirip atıyor.
Mesele, problem, sorun… Üçünün de anlamı aynı değil mi? Bunlardan birini kullansa yetmez mi?
Sunucu ekrandayken sözcükler
altta yazılıdır.
Mesele-problem-sorun
“İki hanım yaşam üzerine söyleşiyorlar. Önlerinde ikisinin de ortak arkadaşı olan bir hanımın yaşamı var. Konuşma uzuyor, uzuyor. Sonunda şöyle bitiyor:
Ben yaşama hayatın nasıl verileceğini bilmiyorum. Ya siz?… Doğru cümle, “Ben böyle bir yaşam için canımı veririm.” Olmalıydı.
Sunucu ekranda iken sözcükler
altta yazılıdır.
Yaşam-hayat
Durumu kendisine bildirip tebliğ etmedikleri için yakınanlarımız var.
Barış ve sulhün günümüz insanı için çok önemli olduğunu savunanların sayısı artıyor.
Zelzelenin sonunda depremin bıraktığı tahribattan yakınanları görüyoruz.
Ekonomik kriz ve buhrandan söz ederek çözüm önerilerinde bulunanlar var.
Sunucu ekranda iken sözcükler
altta yazılıdır.
Bildirme-tebliğ etme
Barış-sulh
Zelzele-deprem
Kriz-buhran
Ne yazık ki; bildirme ile tebliğ etmenin, barış ile sulhün; zelzele ile depremin, kriz ile buhranın anlamlarının aynı olduğunu bilmeyenlerimiz ya da bilip önemsemeyenlerimiz var. Oysa dil, özen ister, duyarlılık ister. Bu özeni göstermeyenler de hep yakınırlar. Bizler, “Kimse beni anlamıyor.” Diye yakınmayı bırakmalı dilimize sahip çıkmalıyız.
Hoşça kalın.
SUNUCU: Sayın Jülide GÜLİZAR’a teşekkür ediyoruz. Yine yaptığımız bir çok dil yanlışını anımsattı, uyardı bizleri, Güzel konuşma yazma konusunda iyi bir gelişme kaydettik, diyebilirim. Ödevlerinizi bir kez daha anımsatmak istiyorum. Yaratıcı yazma çalışmalarına çokça örnek yazın. Bazen bir çiçeği, bazen bir olayı, bazen de duygularınızı anlatın. Elinize aldığınız kâğıdın üzerine duygularınız dökülsün. Bu sizlerin yazma becerinizi geliştirecektir. Yazdıklarınızı da gönderin bizlere, programlarımızda açıklayalım